Toplumsal huzur arayışı

Blog Denemelerim

Tarih boyunca insanlar topluluk halinde yaşamış, bu toplumlar da içindeki insanlara göre bir takım kişilik sahibi olmuştur. Bu gelişen kişilik tamamen o toplumun karakterinin bir harmanından oluşur. Her toplum bu kişiliği farklı bir şekilde tanımlar; adına bazen yazılı olmayan kurallar, bazen örf-adet, bazen de ahlak kuralları denir. Toplum bu özellikleri içinde bulunan insanların kişiliğinden harmanlamışken, aynı toplumdan bazı bireyler çoğu zaman bu genel kişiliği beğenmezler. Toplum kişiliği gelişimi uzun vadede gerçekleştiğinden ve insanların çoğu genelde kısa vadeli yaşadığından, toplumun temel dinamiklerini şekillendiren asıl faktörün yine o toplumun insanı olduğunun çoğu zaman farkında olmazlar.

Toplum kişiliği/karakterini niteleyen birçok tanım olsa da ben bunu “ahlak” olarak tanımlayacağım. Hepimizin kabul edeceği gibi, bir toplumun ahlakı yine o toplumdaki bireylerce belirlenir. İnsanların değişik yaş gruplarıyla ilişkileri, ticaretteki tutumu, toplumdaki zenginlik kavramı, diğer toplumlarla olan ilişkileri gibi dinamikler her bir bireyden alınan parçalarla kendiliğinden düzenlenen toplum mekanizmalarıdır. Bir topluluk içinde bu mekanizmalarla ilgili bir anket yapacak olsak varacağımız sonuç; bireyler bu mekanizmaların işleyişinden genelde memnun değildir. Günümüze göre yorumlarsak kimse ülke liderini yeterli görmez, ticarette ahlakın çöktüğünü, gençliğin tamamen bittiğini iddia edenler de vardır. Ama gelgelelim böyle olduğunu düşündüğü bir toplumun parçası olan birey, tüm bu olumsuzluk denklemi içerisinde kendini bir yere konumlandıramaz.

Bu ikileme düz bir bakış yaparsak bize anlamsız gelebilir. Ancak bu detaya İslami bir bakışla bakacak olursak “İnsan nedir?” gibi ucu çok açık bir soruya daha anlamlı bir cevap bulabiliriz. İnsanı bir cisim olarak değil de, ruh ve nefsi de dahil olacak şekilde tüm yönleriyle tanımlayabilmek tek başımıza oldukça zordur. Çünkü “insan” yoktan var edilmiştir. İnsan gelişimini görememiştir. Kur’an-ı Kerim’in bize Adem (a.s.)’ın topraktan şekillendirildikten sonra bir süre cansız olarak kaldığını bildirmesini göz önünde bulundurursak insan “Ol” emrini bile duymamıştır. Bu süreçte İblis tarafından kandırılmış, ebedi saadet yurdundan dünyaya “alçaltılmış”, indirildiği dünyada, henüz bir üçüncü kişi yokken türlü sorunlarla uğraşmıştır. Rabb’inden (c.c.) direkt ceza/ikram aldığı bir ortamda oğlu oğlunu öldürmüştür. Nuh (a.s.) oğluna ve kavmine 950 yıl dil dökmüş, oğlu helak olmuş, kavminin pek azı kendisine tabi olmuştur. Zalimden alim, alimden zalim doğabilmektedir. Kişi katilini besleyip büyütebilmektedir. Bu noktaları değerlendirdiğimizde insanın kodlarının nasıl çeşitli ve çelişkili olduğu konusunda bir fikir edinebiliriz.

Toplumsal huzur arayışı konusuna geri dönersek; insanı anlamak toplumu anlamaya, toplumu anlamak da o toplumda bina edilmek istenen “ideal toplum düzeni”nin temelini atmaya yardımcı olacaktır. İnsan toplumdaki mekanizmalardan direkt olarak sorumludur. Bunu değiştirmenin iki yolu vardır; toplum içindeki bireylerin harekete geçmesi veya toplumun bir başka toplum tarafından ilhak edilmesi. Çünkü fikirsel devinimler sadece ve sadece harekete geçmekle gerçekleşir. Hiçbir fikri proje eylemsizlikle vücut bulamaz, bulamamıştır. Bireylerin harekete geçebilmesi için öncelikle yaşam emaresi gösterebilmesi gereklidir. Fikrî olarak ölmüş on bin insanın zâhirde var olması, bu grubu kuru bir kalabalıktan öteye taşımaz.

İnsan ömrü çok kısa olsa da, günümüzdeki ülkeleri bina eden motivasyon ve genler yüzyıllardır süregelen insanlık tarihinde teker teker bu insanlar tarafından kodlanmıştır ve günümüzdeki toplumsal sınırları çizmiştir. Bu kodlarla hükümetler kurulmuştur, aynı toplumun insanları bu kodlarla kurulan adalet sistemiyle yargılanmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.